“Keşke bir 10 yıl daha yaşasaydı”

Son 85 yılda en sık duyduğumuz söylemlerden birisi de şu: “Keşke, Atatürk bir on yıl daha yaşasaydı. Her şey daha farklı olurdu.”

Bu bir özlem mi, tespit mi yoksa daha önceki on yılda yaşanan kalkınma hamlesinin yarattığı bir heyecan mı?

Peki, her şey çok daha farklı olur muydu?

Kesinlikle öyle olurdu.

Demokrasi, hukuk, insan hakları, eğitim, bilim, sanat, yaşam biçimi, tarım, kadın hakları, yurttaşlık bilinci, ekoloji, spor, ekonomi ve her alanda esen değişim rüzgârında taşlar daha bir yerli yerine otururdu.

Bin yıllık alışkanlıklar bir anda değişir miydi, değişti ama her değişimin zamana olduğu kadar lidere de ihtiyaç vardı. O erken veda etti.

85 yıllık özlemin ardında yatan en önemli neden işte bu “yarım kalmışlık!”

O bunun farkında değil miydi?

Fazlasıydı farkındaydı ve attığı her adımda bunu bize hissettiriyordu.

Mesajı şuydu:

“Benden bu kadar. Bundan sonrası sizin işiniz!..”

Ömrünün son yıllarında biraz geri çekilmesi yorgunluğundan, bıkkınlığından, hastalığından ya da farklı bir nedenden değil, kendi ayaklarımız üzerinde durmamızı istediğindedir.

“Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” diyerek en önemli referansımızı ortaya koymuş, “Benim söylediklerimle, bilim arasında bir çelişki olursa, beni değil bilimi dikkate alın” diyerek de bu konudaki duyarlılığını cümle aleme duyurmuştur.

Söylemlerini, referanslarını, devrimlerini yeterince ciddiye aldık mı?

Daha bir ciddiye alabilirdik ama “almadık” diyemeyiz.

Yoksa küllerinden yeniden doğan Türkiye Cumhuriyeti bugün bu noktada olabilir miydi?..

Mirası

O her şeyi kendi değil, bizim yapmamızı istedi ve sistemi ona göre oluşturdu.

Aradan bir asır geçmesine rağmen hâlâ bu mesajı anlamayanlarımız olsa da eninde sonunda bu noktaya geleceğimizden hiç kimsenin kuşkusu olmamalı.

Neden mi?

Emanet de koruyucular çok çok önemli de ondan.

İşte yüzlerce yıllık daha yol haritamız olacak o miras:

“Ey Türk Gençliği! Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir. Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur.

Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir.

İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahili ve haricî bedhahların olacaktır.

Bir gün, İstiklâl ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin!

Bu imkân ve şerâit, çok nâmüsait bir mahiyette tezahür edebilir.

İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler.

Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.

Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler.

Hatta bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler.

Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.

Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur! Mustafa Kemal Atatürk – 20 Ekim 1927”

Bugün bu söylemin altına hangimiz imza atmayız, Ukrayna’da, Gazze’de olup bitenleri gördükten sonra hangi birimiz bu yönde cansiperane çaba göstermeyiz ki?

Özetin özeti: O asla unutulmayacak ve mirası asla yok olmayacak…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir